
Sanat Felsefesi Üzerine…
13 Temmuz 2025K urtları bile kışkışlayan, tavuk boğazlayan Hanono denilen mendebur bir kadın varmış, kalın ama körpe gövdesinden, hiç aydınlığı görmemiş, perdesi hep kapalı, bir gün açılsa bile, aydınlığı içine çekerek onu zifiri olarak sabitleyecek mobilyaların arasında, içine kapanmış bir beyaz örtülü yatağın suskun bembeyaz duruşundaki birkaç gıcırtı ile salıvermiş o tatlı iki yavru bembeyaz oğlanı, bembeyaz sıkı sıkı kundaklara sararak... oda o kadar ruhsuz ve karanlıkmış ki yatak ve oğlanlar daha beyaz görünmek üzere durmuşlar, karanlık ve Hanonu hemen yutmuş hepsini..beyaz bir esinti girmiş pencereden içeriye ve gitmiş...
Hiçbir kimse sağ, çıkamamış, bütün renkler itina ile kirletilip gömülmüş bu karanlığın içine...
Hanonu hariç...
Oğlanlar büyümüş, iki küçük Hononu itinayla seçilmiş yine...
Hononu, hörgücünü alıp gitmiş kızı istemeye, yavru hononulardan biri, ilk ve son defa saçını yaptırmış, ilk ve son defa straptlez giyinmiş..nikah olmuş.. evvahlar olsun. Saç sabah gıjık (kürtçe de saçı dik dik, şekilsiz.. anlamında).. her yeri ağdalı, tavuk götü gibi çiğ ve çelimsiz bir vücut, tıpkı doğduğu odanın karanlık beyazlığı gibi... adamın daha o sabah o evde, işte böyle doğuştan karanlıkta kalmış yerleri ağlamaya başlamış... günler geçmiş, siyahlar uzamaya, beyazlar sararmaya, Hanonu ise bu eve anahtarıyla girmeye başlamış, çağalar ( halk ağzı..çocuk) birer melek gibi doğmuşlar bembeyaz safça.
Kıllar uzamaya, beyazlar sararmaya Hanonu ise eve girmeye devam etmiş,.. götten üç bok düşmüş, biri ona biri buna biri de ölmüşlerin ruhuna...